RİZE YAYLALARI
Rize yaylalarını gezdum, gördum, sendagez diye yazdum.
LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜ
Likya Yolu yürüyüşümü buradan okuyabilirsiniz.
BATI KARADENİZ'İ GÖRÜN
Batı Karadeniz'de Kelebeğin rüyasına yolculuk başlıyor.
Site Haritası
Takvim

AZERBAYCAN'DA BİR MASAL KÖYÜ

Bakü'ye 4 saat uzaklıktaki Astara, nehirleri, gölleri ve ormanları ile tam bir trekking cenneti




Bakü’den güneye doğru yolculuğa başladıktan kısa süre sonra iklim de değişmeye, hava biraz daha ısınmaya başladı.

Azerbaycan’da mühendis olan Türk arkadaşım Koray’ın rehberliğinde, Astara şehrine gidiyoruz. Astara, Hazar denizi kıyısında ve İran ile sınır komşusu olan bir yeşillikler şehri. Orada bir gece köy evinde konaklayacağız ve çok güzel rotalarda yürüyüşler yapacağız.

Astara ile Bakü’nün arası, özel arabayla 4 saat sürüyor. Yol gidiş geliş 6 şeritten oluşuyor. Yani bildiğiniz otoban. Ama sürücüler, 2 kilometrede bir yola yerleştirilen kameralarla çok dikkatli takip ediliyor. Hız yapmak, gereksiz yere şerit değiştirmek, yol kenarında gereksiz durmak bile cezaya tabii.

Astara’nın büyük bölümü milli park olarak belirlenmiş. İçerisinde sayısız trekking rotaları yer alıyor. Ama biz doğanın kalbine Sim köyüne gidiyoruz. Sim köyü, yemyeşil dağların zirvesine yakın bir yerde, bir masal diyarı.

Önce Ağ köprüde bir yemek molası veriyoruz. Burası dere kıyısında bir restoran. Azerbaycan’ın birçok yerinde olduğu gibi, bu restoranda da sadece et yemekleri yapılıyor.



Azerbaycan’da Pirzolaya, Antrikot diyorlar. Karnımızı doyurduktan sonra yeniden yola düşüyoruz. Dağa doğru tırmandıkça, yol asfalttan toprağa dönmeye başlıyor. Artık bu araba ile yola devam etme şansımız yok.

Köyde kalacağımız evi organize eden kişi, biraz sonra bizi yol üzerinde karşılıyor. Arabamızı orada park edip, karşılayan kişinin çok eski, daha önce askeriyede kullanıldığını tahmin ettiğim Jeep aracına geçiyoruz.

Yolculuk bu andan sonra çok daha eğlenceli hal alıyor. Taşların üzerinden adeta sekerek yol alıyoruz. Jeep’in içinde bir sağa, bir sola savruluyoruz. Bazen üzerinden geçtiğimiz taşlar o kadar iri oluyor ki, koltukta zıplayıp, kafamızı tavana çarpıyoruz.

Yol çok bozuk ama her yer yem yeşil. Yanımızda akıp giden bir dere boyunca, dağın yükseltilerine tırmanmaya devam ediyoruz. İşte, ileride Sim köyü gözüktü. Doğa, ilk bakışta Karadeniz yaylalarını andırıyor. Evler sadece köy içinde birbirlerine yakın. Diğer yerlerde ev aralarında epey bir mesafe var. Jeep, beyaz bir evin önünde duruyor.

Burada geceleyeceğiz. Kalmak için talep fazla olunca, köydeki evlerden bazıları pansiyon olarak kullanılmaya başlanmış. Bu köyde otel ve lokanta yok. Köy içinde sadece bir bakkal ve ekmek fırını var.

Köy evinin sahibi Elvan adında yaşlı bir amca. Eşinin adı ise Esmeray. Hemen yanda küçük bir evde yaşıyorlar. Bizim yerleştiğimiz evi ise köyün öğretmenine kiraya vermişler. Bizim gibi hafta sonunda konaklayanlar olunca, öğretmen bir günlüğüne başka bir eve geçiyormuş. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra, hemen sobamızı yaktılar. Hava şimdilik güzel ama gecelerin soğuk geçtiğini söylüyorlar.

Burası yeşillikler arasında bir cennet. Taşlar, kayalar, ağaçların gövdeleri bile yeşil. Her yer yosunla kaplı. Yedi cüceler ile Pamuk prensesin yaşadığı masal diyarı gibi. Kiraya verilen diğer köy evlerinde de hafta sonunda trekking yapmaya gelen gruplar var. Bazıları ise şehirden oltaları ile balık avına gelmiş.

İlk istikamette köy evimize bir kilometre uzaklıktaki, orman yolundan gidilen şelale var. Doğa çok güzel. Yerler kuru yapraklarla kaplı. Şelale yolunda bir çöp bile yok.



Güzel görünen şelaleden sonra, hava kararmadan 3 kilometre uzaklıktaki köye doğru yürüyüş başlıyor. Köy evlerine bayılıyoruz. Her evde bir faaliyet var. Köye iniş 20 dakika, çıkış ise dik yokuştan dolayı yarım saatten fazla sürüyor.

Yolda Türk mühendislere rastlıyoruz. 5 aile kendi jeep’leri ile kamp yapmaya gelmişler. Çadırlarını yemyeşil bir düzlüğe kurmuşlar. Kamp ateşini yakmış, yemeklerini hazırlıyorlar. Bizi yemeğe davet ediyorlar. Teşekkür edip, yemek sonrası içkilerimizi alıp uğrayacağımızı söylüyoruz.

Hava kararınca gittiğimiz kampta, ateş kor olmuş. Tanışmadan sonra güzel bir sohbet başlıyor. Ortak tanıdıklar bile çıkıyor. İçkiler içiliyor ve Türkçe müzikler eşliğinde halay çekilip, ıssız yaylada göbek atılıyor. Güzel seyahatimiz, güzel bir gece eğlencesi ile noktalanıyor.

Sabah, uyandığımızı gören köy evimizin sahibesi, sönmeye yüz tutan sobamızı yeniden tutuşturuyor. Çaylar demleniyor ve getirdiklerimizle yapılan kahvaltı bizlere çok iyi geliyor.

Köyde kısa bir gezintiden sonra, Jeep aracılığıyla, yeniden arabamıza ulaşıyoruz. Gezilecek, görülecek o kadar çok yer var ki daha. Önce Astara şehir merkezine gidiyoruz. Yolda “Yanar Bulak” görüyoruz.



Hemen “O da nedir?” demeyin. Yanar Bulak, aynı yerden hem doğal gaz, hem de su çıkan çeşmenin adı. “Bulak” çeşme demek. Su kaynağının içinde hiç sönmeden yanan bir alev hüzmesi var.



Yol kenarındaki bu sebilden çok sayıdan kişi bidonlarla su alıyordu. Biz de avucumuzu uzatıp, suyun tadına baktık. Doğal gazla aynı yerden çıktığı için, sudan biraz da olsa gaz kokusu geliyordu.

Astara’da, İran’a geçmek için sınırda bekleyen TIR kamyonlarını gördük. Hazar denizinin dalgalarını seyrettik. Son durağımızda, Astara’nın bir diğer cennet köşesi Lankeran gölü vardı.

Müthiş bir manzaraya ev sahipliği yapan bu gölün kıyısında yürümek de çok güzeldi.

923 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam66
Toplam Ziyaret184110
Hava Durumu
Bu Web Sitesi Desteği