Dünya Halter Şampiyonası, 1997 yılında Tayland’da yapılacaktı. İki sene önce Çin’de yapılan Dünya Şampiyonasından sonra, yolum bir kez daha Uzak Doğu’ya düşecekti.
Ama bu kez tecrübeliydim. Çin’deki gibi aç kalmayacaktım. Neleri yiyip, neleri yiyemeyeceğimi çok daha iyi biliyordum.
Tayland’a gelen gazeteci grubu, hemen hemen Çin ekibinde yer alan birkaç ismin dışında neredeyse aynıydı. Ama Tayland’ın farkı, iki dünya şampiyonu halterci Halil Mutlu ile Naim Süleymanoğlu’nun bu şampiyonada sakatlıkları nedeniyle yarışamayacak olmalarıydı.
MUSTAFA YALÇIN İLE YOLA DÜŞTÜK
THY uçağı ile Bangkok’a, İstanbul’dan yaklaşık 7 saatte uçtuk. Bangkok’a indikten sonra iç hatlar uçağına binerek, 700 kilometre kuzeydeki, yarışmaların yapılacağı Çhiang Mai şehrine iç hatlarla geçiş yapacaktık..
Kısa bir Bangkok turu yaptıktan sonra, gazeteci arkadaşlarımla birlikte yeniden havaalanına geldik. İç hatlardan gerçekleştireceğimiz uçuşa daha uzunca bir süre vardı.
Fransa’da bu yıl yaşanan “Sarı yelekliler” adı verilen kitlesel olayları fotoğraflarken, bir gözünü polislerin attığı gaz kapsülünin isabet etmessi ile kaybeden Mustafa Yalçın, bu şampiyonada Sabah gazetesi tarafından benimle beraber çalışması için görevlendirilen foto muhabiri arkadaşımdı. Çok da uyumlu bir ekip olmuştuk. Burada göreceğiniz fotoğraflar da onun objektifinden çıktı.
Şimdi Fransa’da yaşayan ve uluslararası bir ajansa çalışan Mustafa’nın Paris’te bu yıl içinde kaza kurşunu ile bir gözünü kaybetmesi beni fazlasıyla üzdü. Geçmiş olsun dileklerimi Mustafa'ya buradan bir kez daha iletiyorum.
Bangkok havaalanında uçağımızın kalkış saatinin gelmesini beklerken, Mustafa Yalçın’ın seslenmesi ile yarı uykulu gözlerimi açtığımda, karşımda Milliyet gazetesinin usta foto muhabiri Hüseyin Kırcalı’yı gördüm.
TAYLAND’A YERLEŞEN USTA GAZETECİ
Hüseyin Kırcalı, Türkiye’nin en tecrübeli spor foto muhabirlerinden birisiydi ve hemen hemen bütün dünyayı dolaşarak olimpiyatlar dahil bir çok spor müsabakasını izlemişti. Bir süre önce emekli olan Hüseyin Kırcalı, bir yıl önce Tayland’a yerleşmişti ve burada yaşamaya başlamıştı.
Geleceğimizi öğrenince, eski arkadaşları ile buluşmak istemişti. Bizimle beraber o da Chiang Mai’ye geldi. Bangkok yakınındaki Pataya turistik bölgesine yerleştiğini söyleyen Kırcalı, aslen Urfalıydı ve yabancı dili yoktu. Ama dünyayı gezerken öğrendiği mimikler, onun dil bilmeden de herkesle konuşması için yetiyordu. Tayland’ta emekli maaşının, otelde kalması ve her türlü yaşamsal aktiviteyi yapması için fazlasıyla yeterli olduğundan söz etti ayaküzeri hemen bize.
Hatta havaalanın restoranında iki dakika içinde kaynaştığı Tayland’lı garson kıza, oiki dakika içinde taktığı “Ayşe” adıyla seslenerek, onların geleneksel çorbası olan Tom Yang Yun çorbasını, Türkçe sözlerle rahatlıkla sipariş etti. Bu arada, Tayland havayolu yetkilisi ile telefonda Türkçe konuşarak, elindeki ekonomi sınıfı bileti, onu hayretler içinde dinelerken Business Class’a çevirdi.
TAYLAND’IN EN BÜYÜK İKİNCİ ŞEHRİ
Bir saatlik uçuştan sonra geldiğimiz Çhiang Mai’de, daha önceden anlaştığımız Holiday İnn oteline yerleştim.
Batı ülkelerinde 2 yıldızlı bir otelde kalabilirdin ama hiç bilmediğin uzak doğu otellerinde, kalacağın otel, başımın derde girmemesi için mutlaka 5 yıldızlı olmalıydı. Gazeteci arkadaşların farklı otellere dağılmışlardı. Sesi halter ile adeta özdeşleşen bir süre önce kaybettiğimiz TRT’nin usta spikeri Hüseyin Başaran ise devlet harcırahlarının kısıtlı olması nedeniyle küçük bir pansiyonda kalıyordu.
Holiday İnn oteli, şehrin tam merkezinde gökdelen gibi yükselen bir binaydı. Otelin penceresinden dışarı baktığımda, uzaktaki dağları ve şehrin içerisinden geçen bir nehri görebiliyordum.
Orman dokusunun hakim olduğu Çhiang Mai, Tayland’ın en önemli ve tarihi değere sahip ikinci şehriydi. Tayland’ın en yüksek dağlarının arasındaki bir vadide kurulmuştu. Ormanlar, vahşi yaşamı çağrıştırıyordu.
Dünya Halter Şampiyonasında, Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu gibi iki süper haltercimiz yarışmayacağı için iş yoğunluğu da fazla olmayacaktı. 1995'te Çin'de yapılan Dünya Şampiyonası'nda Naim Süleymanoğlu üç altın, Halil Mutlu bir altın iki gümüş madalya kazanmışlardı. Burada yarışmamaları, madalya için özellikle Çinli sporcuları sevindiriyordu.
ALTIN TAPINAK
Yarışmalardan önce çevreye de adapte olmak için Halter Milli takımı ile birlikte, bölgenin en önemli tarihi eseri olan Altın Tapınağa gittik. Halter Federasyonu Başkanı Kenan Nohut, aynı zamanda Ankara Aydınlıkevler semtinden gençlik arkadaşımdı.. Bu da beni haber anlamında oldukça rahatlatıyordu. Kafilede, benim ve Mustafa Yalçın’ın temsil ettiği Sabah gazetesi yanında, Hürriyet, Milliyet, Anadolu Ajansı ve TRT’den gazeteci arkadaşlarım vardı.
Chiang Mai’nin muhtemelen en meşhur tapınağı olan ve Altın tapınak olarak da anılan Wat Phrathat şehir merkezinin 18km dışında bulunuyordu. 1676 m yüksekliğindeki Doi Suthep dağının tepesinde bulunan tapınaktan Chiang Mai şehri kuşbakışı olarak görülebiliyor..
Tapınağa yılansı yaratıklarla süslenmiş oldukça uzun bir merdiven ile çıkılabiliyor. Her tarafı sarı renge bezenmiş olan tapınağın kulesi ise, gerçek altından kaplandığı için, tapınak aynı zamanda altın tapınak adıyla da anılıyor.
Ayrıca, Buda’ya ait kutsal emanetlerin de bu tapınakta saklandığına inanılıyor. Tapınağın inşa tarihinin ise 1338 olması binanın önemini bir kat daha arttırıyor.
TAYLANDIN SİMGESİ FİLLER
Bölgenin en çok ziyaret edilen bir diğer tapınağı ise milli park içerisinde yer alan Wat Phra Doi Suthep tapınağıydı.
Tayland’ın vahşi yaşamının da sergilendiği bu milli parkın içerisinde fil safarisi en gözde işlerden birisiydi. Tayland’a gelip, fil safarisine katılmamak, elbette olmazsa olmazlardan birisiydi.
Gezilmesi gereken yerlerden birisi de rengarenk kurutulmuş kelebeklerin sergilendiği bir müzeydi.
Bu müzenin adı, dünya böcekleri müzesiydi ve benim kelebeklerle ilgilendiğim bu müzede, kurutulmuş halde, akreplerden örümceklere, çok çeşitli hayvan sergileniyordu.
Bir bölümde canlı yılanların da olması, benim müzenin kelebekler bölümünden ileri gitmemi engelledi.
Chiang Mai’nin biraz kuzeyinde ise boyunlarına altın halkalar geçirerek boyunlarını uzatması ile ünlenen kadınların yaşadığı bir köy vardı. Çok istememize rağmen bu köye gidemedik.
Milli takımın madalya ümidinin az olması, Tayland gezisini biraz da turistik seyahate çevirmişti. Böyle olunca, gezmek için bir arabaya ihtiyacımız olduğunu fark ettik. Tüm gazeteciler bir araya gelerek ortaklaşa bir VİP minibüs kiraladık.
Çok iyi araba kullanmama rağmen, bu şehirde akan kuralsız trafik, Tayland’a araba kullanmamı olanaksız hale getiriyordu. Bu nedenle şoförlü bir araç kiraladık. Şoförümüzün adı Go’ydu. Gitmesini istediğimizde, ona üst üste iki defa “Go” dememiz gerekiyordu.
TUK-TUK ASLINDA BİR TURİZM FELSEFESİ
Tayland trafiğinde Tuk-Tuk denen araçlar çok revaçtaydı. Toplu halde bir yere gitmeyeceksek, kiraladığımız minibüsü değil, çok ucuz olan Tuk-Tuk’ları kullanıyorduk. Tuktuk’lar Aralık ayında oldukça sıcak bir iklime sahip olan Güney Yarımkürede, yüzümüze her an gelen rüzgarla beraber daha ferah seyahat olanağı yaratıyordu.
Tuk-tuk’ların sürücüleri, sanki ülkenin fahri turizm elçileriydi. Yabancı olduğunu çok kolay fark ettikleri bizlere, arabaya biner binmez koltuk ceplerinden çıkardıkları masaj salonlarının broşürlerini veriyorlardı. Tayland’da ne kadar çok masaj salonu olduğunu, bindiğimiz her Tuk-Tuk sürücüsünün, farklı bir masaj salonunun broşürünü vermesinden anlayabiliyorduk.
Sanki her Tuk-Tuk’cunun anlaşmalı olduğu bir masaj salonu vardı ve ısrarla bizi gideceğimiz yere değil de, önce oraya götürmek istiyorlardı. Hatta, bunun için yalvarıyorlardı. Zaten bazı oteller de masaj salonu gibi hizmet veriyordu. Bu otellere girildiğinde, lobideki camlı bölümde oluşturulan basamaklara oturmuş 40-50 civarında yerel giysili masajcı genç kadın görebilirdiniz..
MASAJ SALONLARI
Her kızın yakasında bir numara vardı ve dileyenler buradan numarasını seçtikleri kadına, o anda saatlik tuttukları otel odalarında masaj yaptırıyorlardı. Ama çoğu zaman her şey masajla kalmıyordu diye düşünüyorum.
Zaten bu sistem Tayland’ın hükümet olarak desteklediği bir turizm çeşitliliğiydi. Ama birçok Asya TV kanalında Tayland’daki AIDS oranın her geçen yıl biraz daha arttığından bahsediliyordu. Ayrıca, bazen kadın diye baktıklarınız erkek de çıkabiliyordu. Zaten Tayland’da yapılan güzellik yarışmalarında birinci seçilenin aslında erkek olmasına çok sık rastlanıyor ve durum ancak hormon testlerinden sonra anlaşılabiliyordu.
MADALYA SEVİNCİ
Halterde altın madalya ümidimiz çok yoktu. O güne kadar sadece Hafız Süleymanoğlu iki gümüş madalya alabilmişti. Ve 83 kiloda yapılacak kaldırışlar öncesi basın merkezinin hemen yanındaki kafede otururken, bira standı dikkatimizi çekti. Birer bardak bira hiç de fena olmazdı. Birayı sürahi ile satıyorlardı ve almaya ben gittim. N
e birası olduğunu sorduğumda, Yeni Zellanda birası cevabını aldım. Bir sürahi bira ve 5 bardakla arkadaşlarımın yanına döndüm. Birer bardak bira ile hepimiz çakır keyif olmuştuk. Sonra öğrendik ki, dünyanın en yüksek alkol oranına sahip olan birasını içmişiz. O gece yapılan 83 kilo mücadelesinde Dursun Sevinç, ülkemiz adına çok üst düzey bir yarışma çıkardı ve büyük bir sürpriz yaparak dünya ikincisi oldu.
Dursun tam bir Anadolu çocuğuydu. Genç yaşta çalışmak için geldiği İstanbul’da, toptancı halinde kasa taşıyarak bir süre geçimini sağlamıştı. Yaşamının bu kesitini, Tayland’a gelirken uçakta bana anlatmıştı. Onun dünya ikinciliğini, yaşamının bu kesitini de göz önüne alarak gazeteye hemen yazdırdım. Mustafa da fotoğrafları geçti. Dursun’un gümüş madalyası, bir anda Tayland’ın en önemli haberi olmuştu. Doğal olarak manşetlere çıktı.
Dursun Sevinç, ertesi gün dünya ikinciliğinin haklı gururu ve gazetelerde manşet olmasının da sevinci ile haberi yazan bizlerin yanına geldi. Bana hafif sitem etti. “İstanbul hali kısmını keşke yazmasaydın” dedi.. Ama haberin can alıcı tarafı oydu. Yani okuyucuya ilginç gelebilecek yeri mutlaka olmalıydı.
RUS HALTERCİ TAM REKOR KIRACAKTI
Dursun, artık yarışmaları tamamlamış olmasının verdiği rahatlıkla, bizimle kadeh tokuşturmak için 2 sürahi de Yeni Zellanda birası almıştı hemen yanımızdaki kafeden. Hep birlikte üzerine atıldık. O biranın alkol oranı çok yüksek olduğunu, bizim içmeyeceğimizi, onun da içmemesi gerektiğini söyledik. Bir bardağı bile o kadar etkiliydi ki, bir gece önce o biradan içen bir gazeteci arkadaşımız düşerek dizini incitmişti. İncinen dizi nedeniyle yürümekte hala büyük sıkıntı çekiyordu.
Biz yarışma salonuna dönerken, Dursun elinde bir sürahi dolusu bira ile kalmıştı. Salonda Rus halterci dünya rekorunu deneyecekti. Büyük bir sessizlik hakimdi. O sırada dışardan duyulan ambulans sesi, Rus haltercinin konsantrasyonunu bozdu ve kaldırış yapmayı erteledi. Aynı anda salonda bir hareketlenme oldu. Taylandlı bir görevli, “Burada hiç Türk var mı” diye soruyordu. Peşinden dışarı çıktık.
Dursun Sevinç, salonun dışındaki bir bankta uzanmış yatıyordu. Yanında ise boş bira sürahisi duruyordu. Bize bir bardağı bile dokunan birayı, sürahi ile içen Dursun, dünya ikincisi olduğu gecenin ertesinde hastanelik olmuştu. Şimdi Kanada’da, eşiyle birlikte mutlu bir hayat süren Dursun Sevinç’in en büyük derecesi, Tayland’da elde ettiği dünya ikinciliği oldu.
DOPİNG YASAĞI GELDİ
Tayland’daki Naim ve Halil’in olmadığı Dünya Halter şampiyonası, podyumlarda o dönem fırtına gibi esen Türk Milli takımının hüsranla ülkesine döndüğü şampiyona oldu. Hafız Süleymanoğlu’nun 2 ve Dursun Sevinç’in 1 gümüş madalyasının yanında, kız takımımızdan kimse dereceye girememişti.
Ancak Tayland’da yapılan testlerde aralarında kızların ağırlıklı olduğu birkaç sporcumuzda doping bulgusuna rastlandı ve sonrasında bir süre ülkece yarışmalara katılmama yasağı yakamıza yapıştı. Hatta bazı sporcularımıza da ikinci kez doping ile yakalanmaları nedeniyle, belirli bir süre spordan men yasağı geldi.
ÇOK FARKLI BİR ÜLKE
Tayland, gördüğüm en güzel, ama bir o kadar da karmaşık ülkelerden birisiydi.
Her türlü deniz mahsulünün olduğu restoranları, şeker ağırlıklı yapılan yemekleri, her şeyin çok daha ucuza satıldığı neredeyse sabaha kadar açık kalan ve buna rağmen içerisinde yürümekte zorluk gece pazarları, keşmekeş içindeki trafiği, Tuk-tuk’ları ve ucuzluğu ile aklımda kaldı.
Tarihte uzun süre hüküm süren Siyam krallığının devamı olan ve bugünkü adını Tay halkından alan Tayland, sık sık askeri darbelere da maruz kaldı. Ama krallarına olan sadakatı hiç bir zaman kaybetmediler..
Ülkede en sevilen spor dalı Tai Boks adı verilen bir dövüş sanatı.
Budizm yaygın. Ülkenin her yerinde birbirinden güzel tapınaklar ve bu tapınaklara bağlı olarak eğitim veren Budist okulları yer alıyor. Turistler, bu okulların ilginç kıyafetli öğrencileri ile fotoğraf çektirmeye bayılıyor.
Tabi ki, en unutulmaz anlar, fil safarisiydi..