RİZE YAYLALARI
Rize yaylalarını gezdum, gördum, sendagez diye yazdum.
LİKYA YOLU YÜRÜYÜŞÜ
Likya Yolu yürüyüşümü buradan okuyabilirsiniz.
BATI KARADENİZ'İ GÖRÜN
Batı Karadeniz'de Kelebeğin rüyasına yolculuk başlıyor.
Site Haritası
Takvim

SERHAT ŞEHRİ EDİRNE

Meriç ve Tunca nehirlerinin suladığı Edirne, yıllarca farklı egemenliklerin yönetiminde kalmış. Osmanlı döneminde önce başkent, sonra serhat şehri, en sonunda da serhat seferlerine giden orduların mola yeri olmuş.

Aydınlıkevlerin sokaklarında büyümüş, havasını solumuş, aynı okulda okumuş, aynı hocaların dersini dinlemiş, azarını işitmiş, aynı suyu içmiş, aynı sinemaya gitmiş, aynı kültürü almış, aynı parkta toplanmış, aynı topu tepmiş, dostlukları eskimeyen binlerce gençten 12’si olarak Edirne’nin tarihi ve turistik yerlerini 2 gün boyunca gezdik.



Çok güzel bir otelde kaldık, Enez’de Bülent arkadaşımızın çiftlik evini ve rüzgar enerjisi santralını ziyaret ettik.

Meriç ve Tunca nehirlerinin suladığı Edirne, yıllarca farklı egemenliklerin yönetiminde kalmış. Osmanlı döneminde önce başkent, sonra serhat şehri, en sonunda da serhat seferlerine giden orduların mola yeri olmuş.

Edirne yemyeşil ve tamamen düzayak bir şehir. Nehirlerin taşan suları her ne kadar Edirne’yi sık sık su altında bıraksa da her yerin yeşile bürünmesinde önemli bir rol oynuyor. Modern ve eğitim oranı çok yüksek.



Üniversiteler, şehre renk veriyor. Bunun yanında önemli bir turizm potansiyeli var. Ünlü Kakava şenlikleri sırasında, otellerde yer bulmak çok güçleşiyor. Ama asıl turizm potansiyelini sağlayan olguların başında, şehirdeki müthiş tarihi eserler geliyor. Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Selimiye camii başlı başına bir sanat harikası.



Yemek denince, yaprak ciğeri çok meşhur ve bu işi iyi yapan usta lokantaların önünde uzun kuyruklar bile oluşabiliyor. Bademli Kurabiyesi ile Badem Ezmesi kapış kapış satılıyor. Toprakları çok verimli. Sulama kanalları tüm ovayı dolaşıyor. En fazla üretilen ürünlerden birisi sanırım Pirinç. Çünkü kilometrelerce uzayan pirinç tarlaları her yeri kaplıyor. Lavanta bahçeleri ise şehrin ününe ün katıyor.

Sevgili Bülent’in organize ettiği yolculuğumuzda, bizi taşıyan minibüsle Edirne’ye ulaştıktan sonra aslın mesleği eğitimcilik olan emekli öğretmen rehberimiz de katıldı ve bize yol boyunca Edirne’yi anlattı. Onun anlattıkları ve bizim öğrendiklerimizle, önce Edirne’nin tarihine kulak verdik.

EDİRNE TARİHİ

İpsala gümrük kapısı ile Türkiye'yı Yunanistan'a da bağlayan serhat şehrimiz Edirne’nin, ilkçağda Orta Asya’dan göç edip buraya yerleşen Traklar tarafından kurulduğu biliniyor. Daha sonraları, Büyük İskender zamanında Roma İmparatorlarından Hadrianus tarafından yeniden kurulmuşçasına imar edilen şehir, onun adına izafeten Hadrianapolis olarak anılmaya başlanıyor.   



Bir aralar Bulgar egemenliğine de geçen şehir, 1361 yılında I. Murat zamanında Lala Şahin Paşa tarafından Bizanslılardan alınıyor, İstanbul’un fethine kadar, 92 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti oluyor. Sonraki yıllarda “Paşa Sancağı” adıyla Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlı bir vilayet olarak kalan Edirne, imparatorluğun üniversite kenti olarak gelişiyor ve 17. Yüzyılda Avrupa’nın en büyük beşinci şehri oluyor.

Edirne, 16. yüzyılda batıya düzenlenen seferlerin merkez üssü durumundaydı. Sultanların çoğu zamanlarını Edirne’de geçirirlerdi. Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim 1450- 1570 yılları arasında kentin bayındırlığına büyük önem verdiler. 



Batıya açılan kapı Edirne parlak dönemlerinde geçiş yolu üzerindeki konumuyla ve ticaretinin canlılığıyla Osmanlı'nın çok önemli merkezlerinden biriydi. Kentin önemi yalnızca onun ticari gücünden gelmiyordu. Bu kent, İstanbul'da etkisini göstermeye başlayan Batı çıkışlı sanat modalarını hemen benimseyip, Balkanlar'a yayılmasını sağlamak gibi bir görevi de üstlenmişti. 

İMPARATORLUK GERİLİYOR

İmparatorluğun gerilemesi, geçirdiği büyük yangınlar (1745, 1751) ve özellikle 19. yüzyılda uğradığı işgaller (1829 ve 1878 Rus, 1913 Bulgar, 1920-1922 Yunan) kentin sosyal ve ekonomik dengelerini etkiledi. 1828-1829 Osmanlı- Rus savaşları sırasında Müslüman halkın çoğu göç etti. Edirne’de onlardan boşalan yerlere köylerden Hıristiyanlar yerleştirildi. Böylece Edirne halkı kozmopolit bir yapıya büründü.

Edirne, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1920'den 1922'ye kadar iki yıldan fazla Yunan işgalinde kaldı. Ancak 25 Kasım 1922'de Mudanya Mütarekesi'nden sonra Türk ordusu Edirne'ye girdi. 24 Temmuz 1923'deki Lozan Antlaşması'yla da o artık Türkiye Cumhuriyeti'nin Trakya bölgesinde Yunanistan ve Bulgaristan sınırı boyunca uzanan, bağrında pek çok Türk anıtını taşıyan sınır kentiydi.

LOZAN ANLAŞMASI İLE GELEN KARAAĞAÇ

Yunanlıların yakıp yıktığı Anadolu topraklarında verdiği zarar, Lozan anlaşması ile tazmin edildi. 



Yunanistan savaş tazminatı olarak, kendi toprakları içerisindeki Karaağaç bölgesini Türkiye’ye verdi. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti, Meriç nehrinin karşı kıyısında da toprak edinmiş oldu. 



Bu toprağın anısına, Karaağaç’a, dev bir Lozan anıtı dikildi. Ayrıca anlaşmanın imzalandığı masa da Karaağaç’a getirildi. Ancak o masanın bugün nerede olduğu bilinmiyor. 



Karaağaç'taki tarihi tren garı, tren yolunun değiştirilmesi ile atıl hale geldi ve günümüzde güzel sanatlar üniversitesi olarak kullanılmaya başlandı. 





KIRKPINAR

Orhan Gazi'nin Rumeli'yi ele geçirmek için düzenlediği seferler sırasında, kardeşi Süleyman Paşa 40 askerle Bizanslılar'a ait Domuzhisar'ın üzerine yürür. Baskınla burasını ele geçirirler. Öteki hisarların da ele geçirilmesinden sonra, 40 kişilik öncü birlik geri dönerler ve şimdi Yunanistan'ın topraklarında kalan Samona'da mola verirler.



40 cengaver burada güreşe tutuşurlar. Saatlerce süren güreşlerde, adlarının Ali ile Selim olduğu rivayet edilen iki kardeşin bir türlü yenişemedikleri görülür. Daha sonra bir Hıdrellez gününde, Edirne yakınlarındaki Ahıköy çayırında aynı çift yeniden güreşe tutuşurlar. Bütün bir gün güreşmelerine rağmen yine yenişemeyen kardeş pehlivanlar, gece boyunca da mum ve fener ışığında mücadelelerini sürdürmeye devam ederler. Ancak solukları kesilerek oldukları yerde can verirler.



Arkadaşları onları aynı yerdeki bir incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra ise aynı yere gittiklerinde iki pehlivanın mezarlarının bulunduğu yerde gür bir pınar görürler. Bundan sonra halk orada yatanların anısına o yöreye, "KIRKPINAR" adını verir.



Kırkpınar güreşleri şimdi Sarayiçi'ndeki özel alanda yapılmaktadır.

ÇİNGENELER

Edirne'nin en neşeli insanları kuşkusuz her zaman Çingeneler oldu.



Erkekleri kalay ve at arabacılığı işleri ile kadınları ise genellikle bohçacılıkla uğraşırlardı. Müslüman nüfusun içinde sayılan Çingeneler, davul, zurna, klarnet, kanun, darbuka, def, ud ve cümbüş gibi müzik aletlerini kendilerine özgü bir tavırla ve yorumla çalarlardı. Roman kültürünün ayrılmaz parçası olan Kakava şenlikleri böyle başladı.  



TARİHİ ESERLER

Edirne öncesine kadar Osmanlılarda, Selçuklu mimarisi hakimdi. Osmanlı mimarisine geçiş, Edirne’de yapılan eserlerle başladı. Yani burada yapılan camiler ve külliyeler, Osmanlı mimarisinin ilk örnekleri olarak ela alınmaktadır. Bunların içerisinde en önemli eser, Mimar Sinan tarafından yapılan Selimiye camisidir.



Diğerleri arasında, eski cami olarak da anılan Ulu Cami ve Üç şerefeli camiyi sayabiliriz. Osmanlının, şimdiki üniversiteler olarak değerlendirilecek en gelişmiş eğitim kurumları da Edirne’deydi. Buraklarda gökbilimi ve tıp eğitimleri verilen medreseler vardı.



Edirne’deki okullar, tıp eğitiminde birçok Avrupa ülkesinden çok daha öndeydi. Edirne’nin köprüleri de sanat ile işlenmişti. Ergene nehri üzerindeki uzun köprü, dünyanın bilinen ilk en uzun taş köprüsüydü. Şimdi bu sanat eserlerine tek tek bakalım..

SELİMİYE CAMİİ

Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" diye nitelendirdiği Selimiye Camisi bu kentin tacıdır.



Mimar Sinan'a Sultan II. Selim tarafından 1569-1575 yılları arasında yaptırılan cami önce, birbirine eşit üçer şerefeli dört minaresi ile göze çarpar. Çok uzaklardan görünen bu zarif minareler kubbenin etrafına cami tabanının oturduğu karenin köşelerine dizilmiştir.

31,5 m çapındaki kubbe, 8 fil ayağı ile bağlanmış, örttüğü iç mekâna verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekânın bir kerede kolayca algılanmasına neden olmaktadır. Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.

Caminin mimarisinde olduğu kadar, mermer, çini ve hat işçiliklerinde de kusursuzluğa varılmıştır. Minberin mermer işçiliği diğer camilerden üstündür.



Mihrap tarafındaki duvarlarla birlikte, Hünkar mahfili ve bütün alt kat pencerelerinin alınlıkları zarif bir çini dekoru ile kaplanmıştır. Mihrap duvarında bulunan büyük çini panoların renk ve kompozisyonları ve Hünkar mahfilinin alt kısmındaki tavanın kalem işçiliği çok güzeldir.

Caminin revaklarla çevrilmiş avlusunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvanı vardır.

 

ULU CAMİİ

Eski Cami olarak da anılan Ulu Caminin İnşaatına 1403'de Emir Süleyman Çelebi tarafından başlandı, 1414'de Çelebi Sultan Mehmed tarafından tamamlandı.



Mimarı Konyalı Hacı Alaeddin'di. Kare şeklindeki yapı, dokuz kubbesiyle çok kubbeli ulu camiler planındaydı.


Bina kesme taştan yapıldı. İç mekân dört paye ile bölündü. Son cemaat yeri, kesme taş ve tuğla sıralamasıyla bitirildi. Büyük yazılarıyla dikkati çekmektedir.

 

ÜÇ ŞEREFELİ CAMİİ


1438-1447 yılları arasında Sultan II. Murad tarafından yaptırılan cami, Osmanlı mimarlığında erken dönemle klasik dönem arasında yer almaktaydı.



Türk sanatında ilk kez ortaya çıkan plan şeması ile enine gelişen bir mekân anlayışında inşa edildi. Dört minaresinin biri üç, biri iki, ikisi ise birer şerefeli olup, baklavalı, şişhaneli, çubuklu ve burmalı motif üslupları ile bezendi.



Üç şerefeli minaresindeki her üç şerefeye ayrı merdivenlerden çıkılan ilk minare tarzıdır ve bu tarz camiye adını vermiştir. Hafif sivri kemerli revakları ile şadırvanlı avlusu vardır.  Minareleri birbirinden farklı uzunluktadır.



Bunun nedeni de her bir minarenin yaş sıralamasına göre, birer şehzadeyi anımsatmasıdır. Aralarındaki kıdem farkı minarelere yansımıştır.

 

KÖPRÜLER

Edirne'deki önemli yapı türlerinden biri de köprülerdir. Üzerine türküler yakılan bu taş köprülerin çoğu Tunca Nehri üzerinde bulunur.
Taş köprüler, Osmanlı'nın mekânsal ve anıtsal anlayışıyla her zaman uyum içinde olurlar, düzenlilik ve geometri kurallarına uygunluk gösterirlerdi. Kent içi köprüler, iki başından kent dokusuna dayanırlardı. Edirne'nin içinde bulunan ve Sinan devrinin Edirne dışında inşa ettiği köprülerin güzelliğine başka kentlerde erişilememiştir.

UZUNKÖPRÜ


Uzunköprü, Edirne İli, Uzunköprü İlçesi, Ergene Nehri üzerinde, Osmanlı Devletinin altıncı padişahı Sultan II. Murat döneminde, Mimar Muslihiddin tarafından, 1427-1443 yılları arasında inşa edilmiştir. Köprü ilk yapıldığında 174 kemerlidir ve 1392 metre uzunluğu ile dünyanın en uzun taş köprüsüdür. Şu anda 1270,41 m. uzunluğu ve 171 kemeri ile günümüze ulaşan köprünün üç kemerinin, aradan geçen süre içerisinde bugünkü Uzunköprü ilçe merkezine bağlanan yolun altında kaldığı düşünülmektedir.


MİKAİL BEY KÖPRÜSÜ

Bu kentteki köprülerin en eskisi Bizans İmparatoru Michael Palaiologos (1261-1282) dönemindendir. Köprü sonradan Gazi Mihal Bey tarafından yeniletildiğinden onun adı ile anılır (1420). 1640'da Kemankeş Kara Mustafa Paşa bu yirmiyedi gözlü köprüye sivri kemerli Tarih Köşkü'nü ekletmiştir. 1451'de yapılan Şahabettin Paşa (Saraçhane) Köprüsü on iki kemerli ve on bir ayaklıdır.

FATİH KÖPRÜSÜ

1452'de Fatih döneminde yaptırılan Fatih Köprüsü, 1488'de Mimar Hayrettin'in yapıtı olan Bayezid köprüsü, 1560'da Mimar Sinan'ın eserleri arasında yer alan Saray (Kanuni) Köprüsü, 1608-1615 yılları arasında Sedefkar Mehmed Ağa'nın yaptığı Ekmekçizade Ahmed Paşa Köprüsü, 1842-1847 yılları arasında Meriç'le Arda'nın birleştiği yerde tamamlanan Meriç Köprüsü (Yeni Köprü) Edirne'nin en önemli köprüleridir.

 

ENEZ KALESİ

Akropol denilen yüksek bir tepe üzerindeki kale, Antik çağda, Balkanlardan gelen barbar akınlarını önlemek amacıyla bölgenin ilk yerleşimcileri olan Traklar tarafından yapılmış varsayılıyor.



Kaleye, kuzey ve doğudan olmak üzere iki kapıdan girildiği ifade ediliyor. 15 kule ile desteklenen sur yer yer 3 metre genişliğe yaklaşmakta yüksekliği 25 metreyi ulaşmaktadır.



Denize bakan tarafta iki çok köşeli kulesi bulunmaktadır.

 

AYASOFYA KİLİSESİ

Enez Kalesi içindeki en önemli yapılardan biri bugün de büyük bir bölümü ayakta olan Fatih Camii, eski adıyla Ayasofya Kilisesidir.



Çeşitli yapı evrelerinden geçmiş olan ve eski hali kilise olan bu yapı, Enez’in 1456’da alınmasından sonra Fatih adıyla camie dönüştürülmüş. 1965 yılına kadar kullanılan camii, bizim orada olduğumuz sırada büyük bir restorasyona alınmış ve ziyarete kapatılmıştı.

 

EDİRNE TARİHİ MÜZESİ


Selimiye Camiinin hemen yanında bulunan müzede, Edirne’deki önemli tarihi gelişmeler görsellerle anlatılıyor, Edirne kültüründen, medyasından, yaşamından örneklere yer veriliyor.



Müzenin en ilginç tarafı, Edirne’nin başkent olduğu yıllardaki Osmanlı padişahlarının birebir heykellerinin yer alması.

 

EDİRNE SİNEGOGU

19. yüzyılın başında Edirne’de 13 sinegog bulunmaktaydı. Ancak 1905 yılındaki büyük yangında bu sinegogların hepsi yandı.



1906 yılında, padişahın emriyle yanan sinegogların yerine, bir büyük sinegog yapılması kararlaştırıldı ve inşaatı kısa sürede tamamlandı.



Uzun süre açık kalan bu sinegog 2000’li yılların başında bakımsızlıktan harabe haline geldi.



2007 yılında restorasyon planına alınan sinegog, 2014 yılında yeniden hizmete açıldı ve bir çok düğüne de ev sahipliği yaptı.

 

2. BEYAZIT KÜLLİYESİ

Üç bölümden oluşan külliyede, Tıp medresesi, sağlık müzesi ve sütunsuz cami yer alıyor.



18 öğrenci odası ve bir derslikli Tıp Medresesi, Osmanlının en önemli bilim yuvalarından birisi. Ancak 18 öğrenciye eğitim verebilen medresede, alternatif tıp biliminin yanı sıra, bitkisel ilaçlar ve zehirlerle tedavi yöntemleri öğrencilere öğretildi, ameliyat teknikleri anlatıldı.



1652 yılında medreseyi gezen evliya çelebi, gördüklerini şaşkınlıkla ifade etti.  Anlatılanlara göre, bu medrese tıp dalında birçok Avrupa ülkesinin tıp eğitim kurumlarından çok daha öndeydi. Küpeli Saliha hatun adlı bir kadın doktor ise yaptığı cerrahi müdahalelerle tanındı.

Bir diğer bölümde ise hasta odaları yer alıyor. Bu odalarda akıl hastalarından, yaralanmalara ve zehirlenmelere karşı nasıl müdahale edildiği, hangi bitkilerin kullanıldığı anlatılıyor.



Camii ise, sütunsuz yapısı ve dört duvar üzerine oturan oval kubbesi ile dikkat çekiyor.

LAVANTA BAHÇELERİ

Trakya Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Adnan Tülek, Lavanta ile ilgili çalışmaları 5 yıl önce başlattıklarını ve Bulgaristan'ın bu konuda çok ileride olduğunu ifade etti.



Lavantanın Edirne’ye adaptasyon çalışmalarının tamamlandığını belirten Tülek, “Soğuk anlamında da bir sıkıntı yok, eksi 26'ya kadar dayanıklı bir bitki. Ekonomik ömrü uzun. En az 10 yıl ekonomi ömrü var.



Temelde uçucu yağ bitkisi. Fiyat olarak da herkesin sorduğu fiyattır ama 2017 yılında elde ettiğimiz yağın litresini 500 TL'ye sattık.



Kozmetikle ilgilenen özel sektör firmalarının lavantaya yoğun talebi var” dedi.



Gezdiğimiz lavanta bahçelerinde biz de fotoğraf çektirdik ve hoş kokusunu içimize çektik.

ENEZ ÇİFTLİK EVİ


Sevgili arkadaşımız Bülent’in, Edirne’ye 2 saat uzaklıktaki Enez’de, oldukça geniş bir alana yayılan çiftlik evinde ise çok güzel ağırlandık.



Ağaçlardan kiraz topladık. Sarı ve Kırmızı kirazların damak tadı oldukça farklı ve hoştu.



Köpekleri kuzuları sevdik. bahçeye daldık. 



Güzel bir öğle yemeğinden sonra Bülent’in rüzgar enerjisinden elektrik üreten santralinde konuk olduk.



Santralın kuruluş aşamalarını içeren videoyu izledik ve yenilenebilir enerji ile ilgili bilgi aldık.



Enez sahilinde denize girdik.



Çok güzel bir gezinin sonuna geldiğimizde hepimiz yorgun, ama gördüklerimiz ve öğrendiklerimizden dolayı çok mutluyduk.

 


















2474 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam30
Toplam Ziyaret184074
Hava Durumu
Bu Web Sitesi Desteği